Türkiye'de İzinli Pazarlamaya Genel Bakış

Türkiye’de Durum Türkiye’de hali hazırda mevcut mevzuat, İzinli Pazarlama‘ya bakış açısı olarak, daha önce incelenen ABD ve Avrupa Birliği örneklerine göre oldukça farklı bir durumdadır. Öncelikle, Türkiye’de “İzinli Pazarlama“ya özgü, özel bir hukuki düzenlemenin henüz olmadığını belirtmek gerekir. Diğer taraftan, bu konuda dağınık olarak birçok koruyucu ve cezai düzenleme son yıllarda yapılmıştır ve yapılmaya devam edilecektir. Türkiye’de halen yürürlükte olan ve tasarı halindeki kanun ve yönetmeliklerle ilgili olarak Av. Emre Berk tarafından hazırlanan ve Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği‘nin web sitesinde yer alan detaylı bir çalışmaya burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz. Ancak, özellikle bugüne kadar yapılmış olan düzenlemelerle ilgili “gerekçe”lere bakıldığında, kanun koyucunun birçok kanaldaki “İzinli Pazarlama” kavramlarına yönelik tek bir düzenleme yapmaktansa, ilgili tüm kanunların içine bu düzenlemeleri ayrı ayrı ekleme eğiliminde olduğu gözlemlenmektedir. Kanun koyucunun bu yaklaşımı ise hem mevzuatta bütünlüğün ve tutarlılığın sağlanması açısından, hem de Türkiye’de iletişim sektörünün sağlıklı gelişimi adına bazı riskler teşkil etmektedir. Özellikle hali hazırda yürürlükte olan bazı kanun ve yönetmeliklerle, yeni yapılacak olanlar arasındaki tanım ve yaptırım karmaşaları oluşması en büyük risk olarak görünmektedir. Farklı kanun ve yönetmeliklerde benzer konularla ilgili farklı (veya farklı yorumlanabilecek) tanım ve kurallar ile cezai yaptırımlar getirilmesinin önemli ölçüde kaosa neden olma ihtimali yüksektir. Özellikle bu yeni uygulamaların ilk devreye girdiği ve örnek kararların henüz oluşmadığı noktada, herhangi bir hukuki uyuşmazlık durumunda, son derece detaylı bir işleyişi olan sektör hakkında eksik bilgiye dayanarak yapılan yorumların uzun vadeli etkileri olması kaçınılmazdır. Konunun bir başka boyutu ise, oldukça derinlemesine bir uzmanlık gerektiren bu konu ile ilgili her kanun veya yönetmelikte yer alacak düzenlemeler ayrı ayrı konuşulurken, bazı kavramların her seferinde yeniden tartışılacak olması ve tanım/düzenleme/yaptırım belirlenmesi gerekecek olmasıdır. Doğal olarak bu durum, eksik veya yanlış/farklı yorumlanmaya açık birçok konu ortaya çıkmasını da kolaylaştıracak ve her düzenlemede benzer risklerle karşı karşıya olunmasını kaçınılmaz hale getirecektir. İzinli pazarlamayı sektörün tüm sağduyulu kurumları (markalar ve servis sağlayıcılar) savunurken böyle bir riskin gerçekleşmesi ve tüketici-marka eksenindeki iletişime zarar verici uygulamalar ortaya çıkması durumunda ise tüm dünya için bu çok yeni alanda, Türkiye’nin uluslararası rekabetin gerisinde kalması söz konusu olacaktır. Dijital iletişim sektörü tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yüksek hızda büyüyen bir yapıya sahiptir. Ancak diğer sektörlere göre en önemli farkı ise, üretilen mekan bağımsız hizmetler ve bunun sonucu oluşacak katma değer sayesinde Türkiye’nin ciddi ölçekte ve dünya çapında rekabet gücü yakalayabilme potansiyelidir. Dijital iletişim sektörü, tüm dünyada eş zamanlı olarak büyümektedir ve geleneksel sektörlerde olduğu gibi “erken yola çıkanın” öğrenme eğrisinde aldığı yol nedeniyle rekabet avantajı sağlayabileceği bir sektör değildir. Bilgi tüm dünyada eş zamanlı olarak paylaşılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’deki herhangi bir marka veya ajansın dünya çapında ses getiren, markalaşan bir ürün/hizmet geliştirmesi veya global ölçekte ödüller alan iletişim çalışmaları yapmaları oldukça olasıdır. Tabiidir ki, kişisel bilgilerin güvenliği sağlanıp markalarla tüketicilerin iletişimlerinin düzenlenmesi sırasında tüketiciye gerekli özgürlüklerin sağlanması ve “tacizkar pazarlama“nın önlenmesi, kanun koyucunun olduğu kadar, gerek markaların, gerekse servis sağlayıcıların olmak üzere sektörün tüm oyuncularının doğal önceliği olmalıdır. Ancak, bu düzenlemeler yapılırken, özellikle örnek aldığımız ve uyum sağlamak için birçok çalışma yapılan Avrupa Birliği mevzuatının tüm detayları dikkatle incelenmeli, kurallar ve yaratılan istisnalar gözden geçirilmeli ve markalar ile tüketiciler arasında sağlıklı ve karşılıklı faydaya dayalı bir iletişim köprüsü kurulması zorlaştırılmamalıdır. Tüketici açısından bakıldığında, böyle bir iletişimden fayda sağlamadığı anda bu iletişimi “durdurma” hakkını alması zaten kendisine oldukça önemli bir özgürlük sağlamaktadır. Sadece bu kuralın ısrarcı takipçisi olunması bile dünyadaki olumlu örneklerin yakalanması adına örnek bir çalışma olacaktır.