8 etkili ve araştırmalarla desteklenmiş e-posta pazarlaması stratejisi

Dünyada her gün 144 milyar e-posta gönderiliyor! E-posta pazarlaması ise sektöründe hala çok önemli bir konumda. Peki, bu sektörde boş sesleri kaliteli pazarlamadan ayıran ne?

E-posta pazarlamasında müşteri ile iletişiminiz, daha en başta konu başlığında başlıyor ve her adımı çok önemli. Pazarlama uzmanlarının e-postaları açtırmak ve sonrasında da müşterilerinin şirketin istediği adımları atmasını sağlamak için kullandığı stratejiler, e-posta ile pazarlamanın da ne kadar başarılı olduğunu belirliyor.

İşte bilimsel araştırmalarla desteklenmiş 8 işe yarar strateji:

1) Alıcının ismini kullanmadan e-postaları kişiselleştirin.

Artık “Sevgili/Sayın [müşteri ismi]” devri kapandı. Alıcının ismiyle kişiselleştirilmiş e-posta başlıkları aslında hiç de zannedildiği kadar etkili değil. İşin aslı, Temple’s Fox School of Business tarafından yapılan araştırmaya göre, bu şekilde gönderilen e-postalar stratejik açıdan oldukça zararlı. Yapılan araştırmada şu belirtiliyor: “ Siber güvenlik endişeleri, kimlik hırsızlığı, kredi kartı bilgilerinin çalınması gibi nedenlerle çoğu tüketici artık e-postaları konusunda daha dikkatliler; özellikle de isimlerini içeren bir başlıkla gelenlere karşı.”   E-posta ile pazarlamanın belki de en önemli dayanağı işletme-müşteri ilişkisi. Bir alıcı size güveniyor mu? Alıcı sizin kim olduğunuzu dahi biliyor mu? E-posta ile pazarlama yapılırken cevaplanması gereken bu sorular eğer dikkate alınmazsa, henüz yeterince tanışmadan gösterilen aşırı yakınlık ürkütücü olabilir. Çekinceler hayatta tecrübelerle kazanılır. E-postada da durum bundan farklı değil. Bu durum için kendi e-posta kutunuza gelen mailleri göz önüne alabilirsiniz. Muhtemelen çok sayıda isminizin yanlış yazıldığı e-posta alıyorsunuzdur. Bunların yanlış kişiye geldiğini düşünmeyin; yalnızca yanlış bilgiler ışığında, anlamsız bir içtenlik içererek size gönderiliyorlar. Sahte bir içtenlikle e-postalar göndermek çoğu aboneyi size karşı önyargılı davranmaya iter. Ancak bu demek değildir ki farklı şekillerde kişiselleştirmeler yaparak iletişim kuramazsınız. Bunun aksine, farklı çeşitlerde kişiselleştirmeler oldukça işinize yarayabilir. Abonelere kişisel eğilimlerine ve karakterlerine göre e-postalar göndermek gittikçe yaygınlaşan ve işe yarayan bir yöntemdir. Temple’s Fox’a ait aynı çalışmada bu konuyla ilgili şunlar söylenmiş: “Çalışma sonucunda aynı zamanda şu ortaya çıktı ki; tüketicilerin kendi satın alma geçmişlerine uygun olarak düzenlenmiş ürün kişiselleştirmesi ve bunun sonucunda yollanan tetiklenmiş (triggered) e-postalar tüketicilerin %98’inden olumlu bir karşılık almıştır.” Burada en çok dikkat edilmesi gerekense, bir kişiselleştirme yapılacaksa bunun mümkün olduğu makul bir biçimde yapılması. Birinin ismini e-postanızın konu başlığına ya da içeriğine eklemeden önce belli bir aşama kaydetmeniz gerekir; ancak kişilerin istek ve eğilimlerine uygun e-postalar gösterilmesi onları daha çok umursadığınız anlamına gelir ve daha kolay bir samimiyet kurabilirsiniz.

2) Konu alanlarının uzunluğuna dikkat edin.

Mükemmel konu alanı aralığını yakalarken aslında kaçınılması gereken tek bir bölge ön plana çıkıyor: 60 – 70 karakter aralığı. Pazarlama uzmanları da zaten bu aralığa “ölü bölge” diyerek atıfta bulunuyorlar. Adestra tarafından 900 milyonun üzerinde e-posta takip edilerek yapılan araştırmaya göre, bu bahsi geçen 60 – 70 karakter aralığındaki başlık uzunlğuna sahip e-postaların açılma ya da yönlendirme alma (click-through) oranlarında hiçbir pozitif artış gözlenmemiş. Bunun aksine, 70 karakterin üzerinde olan konu başlıkları okuyucuların en çok yönlendirme yaptığı e-postalar olurken, 49 karakter altındaki e-postalar ise en içeriğin en çok merak edilip e-postaların açıldığı aralık olmuş. Hepsinden daha ilginci, karakter sınırı 10’un altında olan konu başlıklarına sahip e-postalar son birkaç yıldır yaklaşık %58’lik bir açılma oranına sahipmiş! Bu kısa konu başlığı kullanma furyası hiç şüphesiz ABD’de başkanlık seçimleri süresince şimdiki Başkan Barack Obama’nın e-posta yoluyla bağış toplama kampanyasında kullandığı “Hey” ve “Wow” gibi konu başlıkları sonucunda ortaya çıktı ve başarısını kanıtladıktan sonra küresel çapta yayıldı.   Şimdi tüm bu bilgilerin ardından ön plana şu çıkıyor: e-postaların açılma oranını mı artırmak istiyorsunuz; yoksa e-postalardan yönlendirme almayı mı? Tercihinizi ona göre yapın; ancak ne olursa olsun 60 – 70 karakter aralığından uzak durun.  

3) Akşam 20:00 ile gece yarısı arasındaki zaman dilimi e-postaları göndermek için en iyi aralık.

Çoğu kişi e-postaların en çok iş saatlerinde okunduğunu düşünse de, reklam amaçlı gönderilen e-postaların en etkili olduğu aralık standart çalışma saatleri değil. Daha etkili bir strateji için akşam saatlerini beklemek gerekiyor. Experian’ın araştırmasına göre e-posta pazarlaması yapan uzmanların en çok açılma oranı yakaladığı saatler akşam 20:00 ile gece yarısı arasındaki kısımmış. (Yaklaşık %22 oranında daha iyi) Bu aralık yalnızca açılma oranları için değil; aynı zamanda doğal olarak yönlendirme oranını ve satışları da olumlu yönde etkilemiş. Aynı araştırma bazı birkaç konuya daha dikkat çekiyor. Araştırmaya göre açılma saatlerindeki en büyük belirleyicilerden bir tanesi tüketicilerin hangi zaman aralığında daha sık e-posta aldığı. Buna göre en az e-posta alınan saatler açılma oranlrının artırılması için de en iyi zaman aralığı. Aynı zamanda tüketiccilerin kullanım alışkanlıkları da bunda çok önemli; dolayısıyla veri analizleri sonucu iyi bir kişiselleştirme demografisi çıkarılması en oranların yakalanması için faydalı olacaktır.  

4) En iyi içerik ücretsiz içeriktir. Bedava bir şeyler vaat edin.

Herkes ücretsiz şeyleri sever, siz de onların ilgisini çekebilmek adına arada sırada bedava bir şeyler vermeyi ihmal etmeyin. Bluewire Media’nın yaptığı araştırmada, toplam 6,300 kişilik abone listesine uygulanan testte, en çok açılan ve ilgi gören e-postalar bedava ürün/hizmet önerilen e-postalar olmuş. Siz de daha iyi bir reklam oluşturmak ve makul ölçüde bedava hizmetlerle işletmenizin tanıtımını yapmak için bu istatistiksel gerçekten faydalanabilirsiniz.  

5) Mobilden e-posta erişimi sürekli artıyor.

Bizim de birçok yazımızda değindiğimiz gibi artık “Mobil çağ” geldi. Bu çağda tüketicilerin çoğu artık e-postalarını mobil akıllı telefonlarından görüntülüyor ve alışverişlerini dahi buradan tamamlıyor. Sırf mobil uyumlu olmadığınız için e-postalarınız cep telefonlarında komik gözükmesini, açılmamasını ve bu yüzden veritabanınızda bulunan kişilerin en azın yarısında en başından hiç ulaşamamayı ister miydiniz? Ya da e-postalarınız uyumlu ancak web-siteniz uyumlu olmadığında, e-postalarınızı görüntüleyen kişilerin hizmet ve ürünlere kolayca erişememesi; sırf bunu yapmak için ekstradan bir bilgisayara ihtiyaç duymasını? Litmus’un 2013 yılına ait araştırmasına göre $100.000 değerindeki bir pazarlama; sırf mobil uyumlu değilse, bu $44.000’lık getiriye elveda demek anlamına geliyor. İşte size e-posta ile pazarlama stratejinizi daha mobil uyumlu hale getirmek için birkaç kısa öneri:
  • Mobil uyumlu şablonlar kullanın.
  • Konu alanındaki yazıları kısaltın.
  • İkna edici üst başlıklar yazın.
  • Görsel boyutlarını mobil ile uyumlu hale getirin ve görsellere yazı gömerek reklam tasarlamayın.
  • Kolay tıklanabilmesi için büyük butonlar kullanın.
 

6) E-posta ile sosyal medyanın mücadelesinde e-posta hala önde.

Sosyal medyanın son birkaç yılda insanların neredeyse internete bağlanması için tekil bir sebebi haline gelmesiyle beraber, çoğu kişi e-posta pazarlamasının da sonunun geldiğini; hatta sosyal medyadaki iletişim kanalları sayesinde e-postanın da artık kullanılmayacağını düşünmeye başlamıştı. Ancak bunun aksinin kanıtlandığını ve e-posta ile pazarlamanın hala dijital pazarlama yöntemleri içerisinde en güvenilir ve getirisi en yüksek metot olduğunu söyleyebiliriz. SocialTwist’in 18 aylık bir süre boyunca toplam 119 adet büyük şirket kampanyası üzerinde yaptığı veri toplama sonucu, e-posta yoluyla pazarlamanın getirisi Facebook ve Twitter üzerinde yapılan pazarlamalara göre çok daha fazla getiri sağlıyor. Bu araştırmanın sonucuna göre, toplamda 300.000 yeni müşterinin %50,8’lik kısmı yalnız e-posta pazarlaması sayesinde edinilmişken, bu oran Twitter için %26,8, Facebook içinde %22 seviyesinde kalmış.  

7) E-postaları hafta sonu gönderin.

Tıpkı e-postaların gönderilme saatinde olduğu gibi, burada da belirleyici olan etken, tüketicilerin e-posta alma sıkılığındaki değişimler. Çalışma saatlerinde ve iş günlerinde çok e-posta alan genel kullanıcı kitlesi, hafta sonlarında ise çok daha az sayıda e-posta alıyor; dolayısıyla e-posta yoluyla pazarlama yapanların açılma oranlarını artırmaları, diğer e-postaların arasından sıyrılmaları kolaylaşıyor.  

8) Uzun süredir etkileşime girilemeyen (inaktif) aboneler ile yeniden iletişim kurmanın yollarını arayın.

Büyük bir e-posta veritabanınız mı var? Harika! Tek problemin bu koca listenin üçte ikisinin hiçbir şey yapmıyor oluşu ise bütün o listeyi anlamsız kılıyor… Yapılan araştırmaya göre herhangi bir e-posta veritabanındaki ortalama etkileşimsizlik (inaktivite) oranı %63 kadar yüksek! Bunun anlamıysa şu: bir kere abone olmuş kişilerin büyük bir kısmı kısa bir süre sonra sizin e-postalarınıza tepki vermeyi bırakıyor ve ya e-postaları direk siliyor; ya da spam olarak işaretliyor. Bu kullanıcılarla yeniden bir iletişim kanalı kurmak şart. Bunun içinse akıllıca bir kişiselleştirilmiş e-posta göndermek, abonelerinizi deyim yerindeyse “uyandıracaktır.” Basit bir hal hatır sorma e-postası bile sizi potansiyel müşterilerinize hatırlatmaya yetebilir.   Bilimin her alanında olduğu gibi, e-posta ile pazarlama da deneyler olmadan ne yazık ki olmuyor. Basmakalıp bilgilerle hareket etmek ve veri takibi yapmamak, çok sayıda kullanıcıyı kaybetmenize yol açabilir. Sürekli değişen, trendlere ve kullanıcı alışkanlıklarına ayak uyduran bir konumda olmak ve e-posta pazarlamasından daha iyi faydalanmak için sürekli yeni birer taktik denemekten çekinmeyin.